16.1.19

#26

Arka planda 

#26

Bu defa farklı bir şey yapacağım, yaşanılan çözülmeye çalışılan bir günün ardından elimde kalanları kendi aklımda ki yoldan sizinle beraber yürüyeceğim. 

Uzunca beklenilen, uğruna şarkılar dinlenilen İstanbul'a bir şekilde gelmiştim, kasım ayının kapalı havalarının altında kendime ayırdığım, bir şeylerin peşine düşeceğimi önceden hissettiğim öğleden sonrada buldum kendimi, Beşiktaş meydanında durakta beklerken.
Aşiyan'a gidecek olan otobüsü beklerken kulaklarımda şarkılar eşlik etmiyordu; insanları, koşuşturmalarını dinliyordum. Otobüse bindikten sonra "İstanbul yolcusu olacak şarkılar" listenini sırayla dinlemeye başladım ki bunun nedeni Birsen Tezer - İstanbul'unu keşfedecek olmam oluyor, iyi ki. Şarkılarla, boğazın seyrinde, yağmurun camda gezinen damlalarıyla bir akşamüstü.

Aşiyan durağında inip, Orhan Veli'nin parkta oturmuş halinin yanında birkaç kare, birkaç an aldıktan sonra buraya gelmemin nedeni olan Aşiyan mezarlığında bekleyen halini bulmak için yokuşu tırmanmaya başladım.




O sırada daha önceden zaten bunu dinleyerek çıkmam gerekiyor dediğim şarkıyı ekledim arkaya; Sarp Akkaya - Orhan Veli
Mezarlığa bu halde girdiğimde sanki bir şeyler anında çözülecek sanıyordum, öyle olmadı. Sadece boğazdan geçen gemilerin görülebildiği, her tarafı isimlerle dolu beyaz mermerlerin kapladığı bir kalabalık vardı önümde.
...
"İnsanları öldüren kader, onları görebilmemiz ve gözlerimizi bu cesetlerle doldurabilmemiz için bizi de sorumlu kılıyor. Korku, alışılagelmiş korku, kaçış değil. İnsan, gerçeği kavradığı için utanıyor - işte gerçek önümüzde: Her ceset sen, ben ya da biz olabiliriz. Arada hiç fark yok."-Cesare Pavese 
...
"Her gidiş, her yolculuk, kendi "benimin" bilinmeyenine doğru, bilmek için bir iniştir." -Tezer Özlü
...
Burada geçen bir saatin ardından gitme vaktimin geldiğini anladığımda, yokuşu yine aynı şarkıyla iniyordum.


Fakat boğazın kenarına ulaştığım o anlarda aklımın içinde bir şeylerin yolunda gitmediğini, daha garip bir biçimde sanki hislerimde durmayan bir sallantının varlığını hissediyordum. O sırada belki daha iyi olmamı sağlarlar diye arka arkaya iki şiiri açıp dinledim, daha önce düşündüğüm gibi;
Turgut Uyar - Bir Gün Sabah Sabah 
Attila İlhan - Pia
Pek yararlı olmadı. İnsanlar, benim gördüklerimden sonra düştüğüm halden habersiz olduklarından hala aynı kaçar-gider hızlarıyla yağmurdan korunmaya çalışarak yürümekteydiler. Bense "Farkında mısınız; şu yolun karşı tarafında otuz saniye ötenizde yatanların sessizlikleriyle anlatamadıklarının? Ellerinden hiçbir şey gelmeyişinin, benimde sizinde bundan kurtulamayacak oluşumuzun?" diye düşünerek umutsuz bakıyordum geçip gidenlerin ardından. Boğazda yağmur ve sis hepimizi içine almaya başlamıştı. Beşiktaş Meydanına tekrar dönmem gerekiyordu, Kadıköy Vapuruna doğru gidiyordum. Dönüşte benimle olan tek şey yine bir şarkıydı; Vedat Sakman - Yol Şarkısı.


Bu sallantılı ruh hali, giderek artmaya başlamıştı ve ben ilk defa bundan tedirgin olmaya başlamıştım. Bunu tahmin etmemiştim... Yanıma aldığım bir şey vardı yine de Tezer Özlü'nün Yaşamın Ucuna Yolculuk kitabı; kendisi de bu kitapta sevdiği yazarların mezarlarını ziyaret ediyor, düşüncelerini aktarıyor, tesadüf değil. 

İskeleye yaklaşırken durdum ve kalkmak üzere olan 18:45 seferini izledim;


 Giden vapurun ardından bomboş olan bekleme salonunun köşesinde loş ışığın altında kitabın sayfalarına kaldığım yerden, "belki bana bir cevap verebilir, çünkü içinden çıkamıyorum.." düşüncesiyle devam ettim. İnsanlar yavaş yavaş 19:15 seferi için gelmeye başlamışlardı. Sayfaların ilerleyişinde, sonunda olması gerektiği anda, Tezer Özlü şöyle yazıyordu; 

"Bütün yaşama cesaretimi ölülerden alıyorum. Anlatılarında yaşadığım ölülerden. Bu kahrolası dünyayı, yaşanır bir dünyaya dönüştürmeyi başarmış ölülerden. Dünyanın ihtiyacı olan, her olguyu vermiş, söylemiş, yazmış ölülerden."

Birkaç saniye şaşırmış kalmış olabilirim, bu kadar açık yazmasını beklemiyordum. Yine de bir nebze olsa da o anda saatlerden sonra sallanmakta olan hislerim bir anlığına duraksamıştı.
Vapura bindiğimde ise aklımdan geçenleri bir şekilde kağıda geçirme cesaretim gelmişti, o akşam saatinde, hareket etmek üzereyken, şu şarkının eşliğinde; Vedat Yıldırım - Yol Şahit.

"Vapurdasın, hayaline daldığın her açılışında o şarkıların. Çiseleyen yağmurda, insan yaşamının hızına yetişmekte zorlanıyor aklın ve gözlerin. Ayrılmış her yönden yollarıyla olanların bir adım uzaklığında; farkında olmadan hareketlenen, beklemeyecek o sallantıyla yiten, durulmayan hislerle açılıp kapanan göz kapaklarından. Kaybetmeye çoktan başladığın huzurun içinden gözlerini kısarken oluşturduğun o duygularla duraksıyor parmakların. Çırpınıyor; aşiyanın korkunç sessizliğini betimlemeye, unutmaya çalışmak geliyor elinden. Sakince ilerlerken boğaziçinde, son seferin soğuk gerçekliği camın ardında yaşanacak sanıyorsun, oysa sen yeşil ağaçların dallarıyla, başlayan yağmurun altında, mezar taşları arasından bakıyorsun hayata."

Başımı kaldırdığımda; etrafımda insanlar, camın ardında kız kulesi, çözülmeye bir adım daha yaklaşan düşüncelerim, yıpranmaya başlayan akşam sallanmayı bırakmıştı.

6.1.19

#25

Arka planda 

#25

Hızla kanat çırpışlarıyla güvercinlerin yönleri beliriyor yeşil sularıyla kıpırdanan bu akşamın ege denizinde. Daha önce görmüş olmanın ihtimalinde, şehrin insanlarının benzer günlerinin yine parçası olmuşsundur isteyerek. Kendi yaşamının eksik o parçasının peşinde, bilmeden daha ne kadar uzakta olduğunu. Hislerine güvenerek yollardayken, koyu yeşilleriyle o ağaçları kendine anlayan bir dost; siyahi beyazıyla o bulutları düşüncelerinin bir yansıması bildin. Gülümseyerek kaçırdın gözlerini; geçmişin, bugünün ve yarının aynı anda hissedilemeyeceğini söyleyenlerin karşısında. Bilemeyecektin ve kimse bilemeyecekti ne de olsa geceden gün doğumuna karşı konulmaz geçişleriyle bir güne dahil olan hiçbir şeyi.