15.12.21

#87

Arka planda 

#87

Çiçekleri Umudumuzun 

 

Çok olun, çocuklar, çok olun,
yüzlerce olun, binlerce olun, onbinlerce.
Daha çok olun, daha çok olun,
yapraklar kadar, balıklar kadar çok olun.
 
Bu dünya ne tek tek yaşamakta,
bu dünya ne rakının, ne şarabın içinde,
bu dünya ne parada, ne pulda,
ne kalleşlikte, ne zulümde.
Bu dünya aşkın içinde, alın terinde.
 
Çok olun, çocuklar, çok olun,
el ele verin, çocuklar, el ele,
yaşayın dünyayı doya doya,
açın kapıları, camları güneşe,
ne yeise kapılın, ne korkuya,
çok olun, çocuklar, çok olun,
el ele verin, çocuklar, el ele.
 
Mutlu olmak varken bu dünyada
geceler geldi kapımıza dayandı kapımıza,
olduk acımızla sarmaş dolaş,
bekledik düşümüzle koyun koyuna.
 
Çok olun, çocuklar, çok olun,
yapraklar kadar, balıklar kadar çok olun,
el ele verin, çocuklar, el ele,
bütün gündüzler sizin olsun,
yaşayın dünyayı doya doya.
 
Çocuklar, çiçekleri umudumuzun.
 
                                             A. Kadir
 
 

4.12.21

#86

 Arka planda

#86

Son sayfamızda bugün; serin hafif rüzgarıyla güvercinler, sonbaharın ıssız gelişi ağır ağır yaklaşırken; sessizlikle hislerimizi yükseltiyorlar, bizi kendimize getiren dönüşleriyle etrafımızda. Kim bilir nelerle yıpranmış, parçalanmakta hatıralarımız yerlerinden kıpırdamak istemiyor; dokunuyor bilmeden ve un ufak ediliyoruz kendi ellerimizce. Oysa mecburuz mevsimlerce dökülmeye, çıplaklığa, çiçeklenirken yeniden kandırmaya zamanın esiri benliğimizi. Biliyorum; kelimeler hislerinde bulurken her kalpteki yerlerini, birden hazırlıksız yakalanacağız; evrenin senaryosunda gülümseyen hiçliğimize.
 
 

20.11.21

#85

 Arka planda

 #85

İlk yağmur habersizce geldi mevsimin gizlenen başlangıcında. Ankara'yla aramızda durgun duvarlar varken, ihtiyacımızın olduğu ânda. Ağaçların şahitliğine yaz'ın sonu düşülürken her bir damlada, nefeslerimiz bir kez daha nedensiz tazeleniyor. Gözlerimiz ve ellerimiz çekilirken serin aydınlığa, geçişi biterken ansızın gelen yağmurun, son sözüm geçici dünyaya; hep aynı.
 

16.10.21

#84

Arka planda 

#84

Eksik bir şey yok hayatımızda, fazlasıyla olanlar var; gürültü var, bir günün baş döndürücü hızı var, ayrı yaşamların aşılmaz sınırları var, her ân değişen hallerimizin tedirginliği var, nefeslerimizin sıhhati karşısında yetinmezliğimiz var, ne çok şey var yazılsa ağırlığı kağıda tutunamaz.
Eski yaşam var; ne fazlası ne azıyla, normal bir gün mesela, çareler arasında biçare oturduğumuz o günler.
Yeni yaşam var; hiç fazlası çok azıyla, garip bir gün mesela, ihtimalsiz, çekinik geçirdiğimiz şu günler.
Olsun, hatırlamak ve hatırlanmak güzel şey hatıraların samimiyetiyle.
 
 

25.9.21

#Felsefe Notları - 6

Arka planda 

#Felsefe Notları - 6

    Doğa bizi hiçbir kusura eğilimli yaratmamıştır. Çünkü doğa insanları tertemiz, özgür yaratmıştır. Bizim hırsımızı uyandıracak hiçbir şeyi açıkta koymamıştır. Altını, gümüşü, uğrunda çiğnendiğimiz, ezildiğimiz her şeyi ayaklarımızın altına atmış; onları çiğneyelim, üstlerine basalım diye.
    Yüzümüzü de göğe yükseltmiş çünkü doğa, göz kamaştıran, hayran olunacak eserlerini başımızı kaldırıp görmemizi istemiş: Yıldızların doğuşunu, batışını ve hızla dönen uzayı; gündüz yeryüzünün, gece göğün görüntülerinin perde perde açmasını; yıldızların bütün uzayla karşılaştırınca yavaş, ne büyük mesafeyi hiç durmadan hızla aşıp durdukları düşünülürse de çok hızlı gidişlerini, karşı karşıya geldikleri zaman Güneş ve Ay'ın tutulmalarını; ister bir düzen içinde olup bitsin, isterse birdenbire yaratılan nedenlerle patlayıversin birçok şaşılmaya değer olayı; geceleyin yıldız kaymalarını, genişleyen gökte patlamadan, hiç gürültü çıkarmadan çakan şimşekleri, sütunlar, direkler gibi alevlerin yarattığı nice değişik şekilleri görelim istemiş.
    Doğa başımızın üstünde dönüp duracak olanları işte böyle düzenledi. Ama altını, gümüşü ve -bunların uğrunda hiçbir zaman huzur bulamadığımız- demiri bize güvenmesinde bir sakınca varmış gibi yere gömdü. Uğruna savaştığımız bu madenleri topraktan çıkaran biziz, kendimize gelecek tehlikelerin nedenlerini, araçlarını, toprağın altına yayılmış ağırlıklarını biz kazıp çıkardık, onları başımıza felaket getirsin diye kaderin eline biz teslim ettik. Toprağın en derinlerinde yatan şeylere en büyük değeri vermekten utanmadık.

                                                                                Seneca

 

                              Seneca and Socrates, (MS 3.yy)

12.9.21

#Felsefe Notları - 5

 Arka planda

#Felsefe Notları - 5

     Gerçekten ihtiyaç duyduğumuz şey, hayat yönelik tutumumuzun değişmesidir. Kendimizin de bunu öğrenmesi ve dahası umutsuz insanlara hayattan ne beklediğimizin önemi olmadığını, önemli olanın hayatın bizden ne beklediğini olduğunu öğretmemiz gerekir. Hayatın anlamını sorup durmak yerine, kendimizi her gün ve her saat yaşam tarafından sınanan insanlar olarak düşünmemiz gerekir. Cevabımız sözle ve meditasyonla değil, doğru eylem ve doğru tavırla olmalıdır. Hayat, nihai olarak sorunlara yönelik doğru cevaplar bulmak ve her bireyin sürekli karşısına çıkardığu görevleri tamamlamaktır.
     Bu görevler, dolayısıyla hayatın anlamı da kişiden kişiye ve zamandan zamana değişir. Bu yüzden de hayatın anlamını genel olarak tanımlamak imkansızdır. Hayatın anlamına ilişkin sorular asla topyekün ifadelerle cevaplanamaz. "Hayat" belirsiz değil, çok gerçek ve somut bir şeydir; tıpkı hayatın görevlerinin çok gerçek ve somut olması gibi. Bunlar insanın, her bir kişi farklı ve özgün olarak yazgısını oluşturur. Hiçbir insan ve hiçbir yazgı, başka bir insan ve yazgıyla kıyaslanamaz. Hiçbir durum kendini tekrar etmez ve her durum farklı bir cevap gerektirir. Bazen insanın kendisinin içinde bulunduğu durum, onun kendi kaderini eylemiyle değiştirmesini gerektirir. Başka zamanlarda, derin derin düşünme ve bu sayede değerlerin farkına varma fırsatını kullanması insan için daha avantajlıdır. Bazen insan sadece kaderini kabul etmek ve çarmıhını taşımak zorundadır. Her durum kendine özgüdür ve her zaman karşımızdaki durumun getirdiği sorunun doğru bir yanıtı vardır.
     İnsan, kaderinin acı çekmek olduğunu fark ederse, ıstırabı kabul etmeyi de bir görev olarak benimseyecektir; bu onun tek ve kendine özgü görevidir. Istırap içinde bile evrende biricik ve yalnız olduğunun farkına varmalıdır. Kimse onu ıstırabından kurtaramaz veya ıstırabı onun yerine yüklenemez.
Onun özgün fırsatı, yükünü taşıma biçimindedir. 
 

                                                         Viktor E. Frankl - İnsanın Anlam Arayışı

 
 

5.9.21

#83

Arka planda  

#83

Akşamın karanlığı kaplıyorken uzak dağların ardını ve senin her bir yanını, klasik bir duruşla kabulleniyorsun uğradığın bozgunu. Gözlerin, izlediğin satırların çizgisinden; ellerin, tutunduğun kaleminden güç buluyor, zamansızlığın planlandığı bu masanın başında.

18.8.21

#82

Arka planda

#82

Son sayfanın içinde yaşarken günlerini yaz'ın kavrayıcı sıcaklarıyla birlikte, akşamüstü terasının geleceği hissettiren rüzgârı yüzünde; kendi halinde salınan ezginin içtenliği, mavi, gökyüzünde. Sabahlarının erken denizine bırakırken kendini, bütünleniyorsun yaşamıyla doğanın; ardında kalırken yine şu gün.

27.7.21

#81

Arka planda  

#81

Fikret abiden selamlarla tekrar harflerin peşine düşmek iyi hissettiriyor; sakin, huzurla. Akşamüstlerinden kaçmadan, neredeyse dokunarak ege'nin sularında olmak tazeledi nefeslerimizi, gözlerimizi ve hislerimizi. Denizin sularına bırakırken kendini yavaşça, gözkapaklarının taşıdığı yük ege'ye karışıyor, bir oluyor seninle. Soluksuz ilerlerken mavilerine doğru, geri çekiliyorsun insanlığın sınırlarına. Hissederken hala o sınırın yakınlığını, üzgünsün; gidemeyişinden korkularının üzerine. Bir gün diyorsun, suların dalgalanışı alevlenmişken günbatımının renkleriyle, çözülüp seni sımsıkı bağlayan kıyıdan, ufuklara yol alacağım, ürkek halimizle, cesaret ederek.


15.7.21

#Felsefe Notları - 4

Arka planda 

Arka planda - 2 

#Felsefe Notları - 4

"Her hakikat eğri büğrüdür, zamanın kendisi de bir dairedir."

     
     Düşmekten ve kaybetmekten korkuyoruz. Elimizdekilere sahip çıkmak ve daha fazlasına sahip olmak üzere kurmuşuz düzenimizi. Kaybetmeyi, tökezleyip düşme ihtimalini yok sayıyoruz zihnimizde var ettiğimiz dünyada. Yerçekimini ortadan kaldırdığımız bir dünya var etmişiz kendimize. Hiç düşmeyecek, hiç kaybetmeyecek ve hiç sarsılmayacakmışız gibi bir dünyada görüyoruz kendimizi. Ve düşmek bu nedenle sarsıyor bizi. Düşebileceğimize dair en küçük bir ihtimali, bir fikri bile barındırmak istemiyoruz çünkü zihnimizde. Ancak yerçekimi gerçek. Bizi her uyandığımız yeni günde çekmeye, yüksekte duranları düşürmeye ve sahip olduklarımızı elimizden almaya niyetli. Onun görevi bu. Yukardakini aşağıya çekmek. Ağır olanı, yükü çok olanı ve en yüksektekini daha çok çekmeyi istemek onun arzusu. On kiloluk bir demiri bir kiloluk bir demirden daha iştahlı çeker o. Ağırlaştıkça, yükümüzü artırdıkça yerçekiminin iştahını artırıyoruz biz de. Salyalarını akıtıyoruz onun, çünkü ona verilen görev de bu. "Çek!" denildi ona zamanın birinde. "Kütlesi olan ne varsa çek ve yükselmesine izin verme!"
     Bu nedenle yerdeyiz işte. Zemindeyiz. Bizler aşağıdayız, yıldızlar, güneş ve bulutlar yukarda. Onlar dans ederken biz savaştaki saflarımızı güçlendirmekle meşgulüz. Onlar şarkı söylerken bizler ölüm ve intikam naraları atmaktayız. Ve bizi yukarı çekecek olan da bu. Önce zeminde olduğumuzu hatta zeminin de altında dipte olduğumuzu bilmeliyiz. Önce bunun farkına varmalıyız ki yükselmeye istek bulalım. En yüksek dağların kökü yerin en dibinde kalanlardır. En yüksek kulelerin temelleri yerin metrelerce altına gömülmüştür. Yükselmek için, bulutlara ve yıldızlara erişmek için köklerimizi en dibe daldırmalıyız. İyileşmek için kötülüğü tanımalıyız. Yükselmeyi idrak edebilmek için düşmeyi çok iyi anlamalıyız. Yoksa yüksek bir dağ olabilir miyiz?
     Bir zaman döngüsüne kapılmışız. Sürüklenip gittiğimiz bu akıntıda arada sırada benzer olaylara tanık oluyoruz. Birbirine benzer insanlarla birbirine benzer olaylar yaşıyor, birbirine benzer konuşmalar yapıyoruz. Hayatın garip olduğu hissini yaşadığımız bu anlar aslında bir zaman döngüsünün varlığını da en çok hissettiğimiz anlardır. Tanıdık geliyor yaşadığımız bazı şeyler, ben bu cümleyi daha önce söylemiştim ya da bu cümleyi daha önce başkasından da duymuştum diye düşünüyoruz. Peki, neden böyle? Neden birbirine bu kadar benzer şeyleri hayatımızın farklı evrelerinde yaşamaya maruz kalıyoruz? Bu durumda öğrenmemiz gereken şey nedir?
     Nietzsche'nin "Bengi Dönüş" diye isimlendirdiği felsefesi, aynı hayatı sonsuz defa aynı şekilde yaşadığımız üzerine kuruludur. Bu hayatı sonsuz defa aynı şekilde yaşadığımızı ve hiçbir şeyin değişmediğini düşünün. Bu durum üzerine oldukça karanlık bir manzara çizer Nietzsche. En başta insanı oldukça ürperten bu zihinsel akıl yürütmenin amacı insanı bir kapana, bir çıkmaz sokak içine hapsetmek ve bunca çıkmazdayken geriye sadece tek bir çıkış yolu yaratmaya zorlamaktır.
     Unutmayın, Nietzsche'nin amacı aydınlığı değil karanlığı getirmektir ve bizden kendi aydınlığımızı yaratmamızı istemektir. Onun ulaşmak istediği en büyük dağı budur. Kendi ışığını kendi yakabilen insanlara ulaşmaktır onun gayesi. Peki her geldiğimiz hayatta kendini tekrar eden bir döngüye gireceksek ulaşacağımız çıkış noktası ne olabilir? Değişmeyen bir sistemin içinde hapsolan bizlerin elinden ne gelebilir ki? İşte bu noktada bizden Bugün Aslında Dündü (Groundhog Day) filmindeki Phil gibi olmamızı ister Nietzsche. Her sabah aynı güne uyanan Phil, artık elinden hiçbir şey gelmediğini anladığında kaderine razı olur ve içine hapsolduğu hayattan zevk almaya karar verir. Bahsettiğim bu durum Nietsche'nin kaderini sevmek üzerine kurmuş olduğu ve Stoacıların da üzerinde çok durduğu "Amor Fati" görüşüdür.
     Madem aynı şeyleri sonsuza kadar aynı şekilde yaşayacağım o halde bana yaşadığım bu kaderi sevmekten başka bir şey kalmıyor diye düşündürür. Ve bu varsayımlarla, kişiyi yaşadığı hayatı, yaşadığı haliyle sevmeye zorlar.
    Nietzsche'nin bengi dönüşü belki de doğru olmayabilir ancak bizi böyle bir senaryoda çaresiz bırakmakta epey güçlüdür. Bu görüşün doğruluğundan ziyade böyle bir dünyaya nasıl bakardık, onu nasıl yaşardık bunun üzerine kısa süreliğine de olsa düşünmek faydalı olabilir.

"İnsan da tıpkı ağaç gibi göğe ve ışığa ne kadar ulaşmak isterse, kökleri toprağa,aşağıya, karanlığa, derine ve kötülüğe ulaşmak için o kadar çabalar."

 
Nietzsche - Kaderini sev, çünkü aslında hayatın bu / Tamer Şanlıoğlu
 
 
 
 

20.6.21

#Felsefe Notları - 3

 Arka planda

#Felsefe Notları - 3

 "Hemen burada en başında cüretkâr bir iddiada bulunmak istiyorum: Öleceğimiz gerçeği hakkımızdaki en önemli gerçektir. Yaşamlarımızda bundan daha ağır hiçbir şey yoktur. Elbette bu hakkımızda başka önemli gerçekler olmadığı manasına gelmez. İnsanlar sever, çalışır, seks yapar, arkadaşlıklar kurar, yaşam boyu sürecek projelere girişir, yoğun duygular yaşar, başkalarının ölümünü bile izlerler. Bunlar önemsiz değildir. Yaşayan insan için, bu şeylerden en azından bazılarını içermeyen bir hayat yaşamaya değmez (belki başkalarının gözünde yaşamaya değer olabilir, örneğin kişinin anne-babasının). Çoğumuz için, hakkımızdaki tek önemli gerçek olan bir gerçek yoktur. Ölüm de bizim için tek önemli gerçek değildir.Ama en önemlisidir."
 
"Pek çok antik filozof için, eğer insan yaraşır bir hayat sürmek istiyorsa, o zaman kendisinin temel unsuru olarak ölüm gerçeği ile boğuşmak zorundadır. Ne olursa olsun, yaraşır bir hayat bir yanılsamanın pençesindeki biri tarafından yaşanamaz.
Tabii ki Aurelius'un çağdaşlarının çoğu, tıpkı bizim gibi, ölümlülüğümüzü yaşama dâhil etmeye çabalamaz.Aksine onu ayrıştırmaya çalışırız. Bunun yapmanın pek çok yoluna sahibiz. Çoğunlukla ölümü göz ardı ederiz. Ölüm asla gelmeyecekmiş gibi geleceği planlarız. Ölüme dair farkındalığı yalnızca bir tehditle karşılaştığında ortaya çıkan diğer hayvanlar gibi hareket ederiz. Bir anlamda öleceğimizi biliriz. Ölümümüzün bizim sonumuz olacağını, onun bir başarı ya da hedef olmadığını ve onun kaçınılmaz ve belirsiz olduğunu biliriz.Ve yine de bu bilgi altında sanki bizimle hiçbir alakası yokmuşçasına ezilip büzülürüz. Ölüm, geldiğinde,temel bir imkânlılıktan ziyade, her zaman bir şok, dışarıdan bir darbedir. Ölüme, -yani başkalarının ölümüne- o başkalarının kim olduğu hakkında bir şey olmaktan ziyade onların başına gelmiş bir şeymiş gibi tepki veririz. Eğer ölümü kim olduğumuz hakkında bir şey olarak görmüş olsaydık, kendimizi de eşit bir biçimde ölümlü olarak görebilirdik. Çoğumuz için, en azından çoğu zaman, bu katlanması çok güç bir şeydir."

                                                               Todd May - Ölüm
 

17.6.21

#80

Arka planda  

#80

Hilâl asılmışken gökyüzünde
Bulutlar serilirken dağların üstüne
Âhengiyle belirirken yıldızlar gecenin içine
Sımsıcak kavranırken ince bellinin hislerinde
Sen can veriyorsun; Gün batımı.

30.5.21

#79

Arka planda 

#79

Duraksız yaşanan ân'ın hüznü içinde
dünyanın rüzgârları hafifçe yüzümde
gecenin sessizliği sinen baharın dalından
bakışlarım bırakırken kendini boşluğa.

8.5.21

#78

Arka planda 

#78

"Ölümümüz sonsuzlukla evliliğimizdir
 Peki sır nedir? "Tanrı tektir."
 Güneş ışığı kırılır evin pencerelerinden girerken
 Tıpkı üzüm salkımlarındaki çeşitlilik gibi
 ama üzüm suyu gibi değil.
 Çünkü tanrının ışığında yaşayanlar için,
 Nefsin ölümü bir lütuftur.
 O ölümü tadan nefs için ne iyi söyleyin ne de kötü
 Çünkü o artık iyiliğin ve kötülüğün ötesine geçmiştir.
 Gözlerinizi Tanrı'ya çevirin ve onun gaybı hakkında konuşmayın.
 Ve böylece o size çok farklı görünecek.
 Tanrının ışığı ebedidir.
 Ebedi olmayan ışıksa fani bedenlerin vasfıdır.
 Hakikati lütfeden Tanrı'dır.
 Ve hakikatin kuşu, sana doğru uçmakta
 Arzunun kanatlarıyla."
                                                     
                                       Mevlânâ - Divân



                          Six Feet Under - Final Sezonu Bölüm 9

24.4.21

#Felsefe Notları - 2

Arka planda 

#Felsefe Notları - 2

      "Melankolikler, her zaman bilinçli olarak ayırdına varamasalar bile, insanların benliğininde "siyasal bir ürün olduğunu ve yanlış bir hayatın doğru yaşanamayacağını", bizzat kendi öz-benliklerinde sezinlerler. Bunun acısını, utancını ve ruhsal gerilimini duyumsarlar.
     İnsanın kendi kişisel yazgısını gene kendisinin belirleme istemi... Melankolik kişiliklerde sorun genellikle bu temel noktada yoğunlaşmaktadır. Karşılığını yaşam pahasına ödemek koşuluyla da olsa, melankolik insan, kendi yaşamına kendisinin bir anlam verebilmesini istemekte, çok kez bunu başaramadığı için de, her bir şeyden vazgeçip, kuşku, düşkırıklığı ve hüzünle, kendi içine çekilmektedir. Bu bağlamda, melankoli, sıradan bir varoluşa karşı, bireysel ve tek kişilik de olsa, vazgeçen, geri-çekilen, yadsıyan -Sokrates ve Antigone örneklerinde olduğu gibi, kendisini karşı olduğu insanlara/kurumlara-dolaylı ve dolaysız- öldürten, ya da sıklıkla intihar eden- anlamlı bir başkaldırı olarak da düşünülebilir."
                                                     Serol Teber -  Melankoli
 

 

11.4.21

#77

 Arka planda

 #77

Hülyalı bir gün başını döndürüyor, nefesler yükselip alçalıyor göğsünde. Kapılıp giden hislerini bırak, düşünme; taşkın sular ilerlerken dağların ardından, bekle, o yolladığın esenliği. Gözlerin kapanmıyor, ısrarlıysa; bekleme, kapat; bugün, o gün. 

20.3.21

#76

Arka planda 

#76

Hissedilemeyen ânıları uğurlama vakti geldiyse eğer ve senin gücün yoksa geride kalan duyguların ayrımını yapmaya... Nefeslerin isteksizliğine eşlik edercesine yükselirken; geriye çekilemediğin bu zamanlarda, yüzünde hiçbir durumun izi tutunamıyor. Kaleminin ucu kağıttan biraz yukarıda duruyor, çözümsüz haliyle.
 
 

5.3.21

#75

Arka planda

#75

O zamanlardandı; bir akşamüstünün peşine düşüp sahil yollarında çıkışı aramadan döner dururduk. Kıvrılan yolların ufku daimi maviydi, gökyüzüyle denizin anlaşmasıyla. "Dururduk" yazmış olsam da durabilseydik gerçekten, bugünlerden uzaklarda dalgalarla savrulurduk; akşamın gelişinden arkamıza bakmadan umarsızca kaçardık...
 
 

13.2.21

#74

Arka planda 

#74

Akşamın uzak gidişinin seyrinde sen,
bir dünya'nın bekleyip durduğu;
susup pencerelerin yakınlarında,
gerçekleşemeyen isteklerin ortasında ben.
 
Bulutsu gözlerinin karşısında kalan ben,
bir ud'un vazgeçilmez eşliğinde;
düşsel yaşamın imkansızlığında,
sessizleşmiş bir dünya'nın yakasında sen. 


27.1.21

#73

 Arka planda

#73

"Benden öte bir ben buldum,
Senin yüzünde soldum...
Anladım, kendime yoldum,
Ben aşkı hep sen diye sordum..
Güzel, benden geçtin geçeli, sevmedim geceyi..." 

 Söz-Müzik : Metin Kor 

16.1.21

#Pasajlar - 1

Arka planda

#Pasajlar - 1

Dostoyevksi - Suç ve Ceza

"Raskolnikov birden yanı başında duran ve kendisi gibi laterna dinlemekte olan yaşlıca bir adama döndü ve:
-Sokak şarkılarını sever misiniz? diye sordu.
Görünüşüne bakılırsa işsiz güçsüz biri olduğu anlaşılan adam, yabanıl, şaşırmış gözlerle Raskolnikov'a baktı. Raskolnikov'sa, sokak şarkılarından değil de bambaşka şeylerden söz ediyormuş gibi:
-Ben severim, dedi. -Hele de soğuk, karanlık ve nemli güz akşamlarında, hani gelip geçen herkesin yüzünün yeşile çalan bir sarılıkta ve hasta gibi göründüğü ıslak güz akşamlarında, laterna eşliğinde söylenen bu sokak şarkılarını çok severim. Ya da dingin, lapa lapa kar yağan rüzgârsız kış akşamlarında, hele bir de karların arasından sokak lambaları ışıldıyorsa, bu şarkılar çok daha doyumsuz olur... Biliyor musunuz?..
Hem kendisine sorulan sorudan, hem de Raskolnikov'un görünüşünden ürken adam:
-Bilmiyorum efendim, özür dilerim!.. -dedi ve yolun karşısına geçti.. "
 

3.1.21

#72

Arka planda

#72

Beni öyle bekleme, birden
gelemem kalbimin taşıdıklarıyla,
bekleme, gelemem
hislerimin esen soğuk rüzgârlarıyla,
birden, gelemem
kendimi bırakamadığım kaskatılığımla.
beni öyle bekleme, birden
gelemem ıssız yolların tozu ayağımda,
bekleme, gelemem
savrulup durulan ezgiler kulaklarımda,
birden, gelemem
çaresizliğin aydınlanan yolu gözlerimde,
beni öylece bekleme, gelemem.