27.7.21

#81

Arka planda  

#81

Fikret abiden selamlarla tekrar harflerin peşine düşmek iyi hissettiriyor; sakin, huzurla. Akşamüstlerinden kaçmadan, neredeyse dokunarak ege'nin sularında olmak tazeledi nefeslerimizi, gözlerimizi ve hislerimizi. Denizin sularına bırakırken kendini yavaşça, gözkapaklarının taşıdığı yük ege'ye karışıyor, bir oluyor seninle. Soluksuz ilerlerken mavilerine doğru, geri çekiliyorsun insanlığın sınırlarına. Hissederken hala o sınırın yakınlığını, üzgünsün; gidemeyişinden korkularının üzerine. Bir gün diyorsun, suların dalgalanışı alevlenmişken günbatımının renkleriyle, çözülüp seni sımsıkı bağlayan kıyıdan, ufuklara yol alacağım, ürkek halimizle, cesaret ederek.


15.7.21

#Felsefe Notları - 4

Arka planda 

Arka planda - 2 

#Felsefe Notları - 4

"Her hakikat eğri büğrüdür, zamanın kendisi de bir dairedir."

     
     Düşmekten ve kaybetmekten korkuyoruz. Elimizdekilere sahip çıkmak ve daha fazlasına sahip olmak üzere kurmuşuz düzenimizi. Kaybetmeyi, tökezleyip düşme ihtimalini yok sayıyoruz zihnimizde var ettiğimiz dünyada. Yerçekimini ortadan kaldırdığımız bir dünya var etmişiz kendimize. Hiç düşmeyecek, hiç kaybetmeyecek ve hiç sarsılmayacakmışız gibi bir dünyada görüyoruz kendimizi. Ve düşmek bu nedenle sarsıyor bizi. Düşebileceğimize dair en küçük bir ihtimali, bir fikri bile barındırmak istemiyoruz çünkü zihnimizde. Ancak yerçekimi gerçek. Bizi her uyandığımız yeni günde çekmeye, yüksekte duranları düşürmeye ve sahip olduklarımızı elimizden almaya niyetli. Onun görevi bu. Yukardakini aşağıya çekmek. Ağır olanı, yükü çok olanı ve en yüksektekini daha çok çekmeyi istemek onun arzusu. On kiloluk bir demiri bir kiloluk bir demirden daha iştahlı çeker o. Ağırlaştıkça, yükümüzü artırdıkça yerçekiminin iştahını artırıyoruz biz de. Salyalarını akıtıyoruz onun, çünkü ona verilen görev de bu. "Çek!" denildi ona zamanın birinde. "Kütlesi olan ne varsa çek ve yükselmesine izin verme!"
     Bu nedenle yerdeyiz işte. Zemindeyiz. Bizler aşağıdayız, yıldızlar, güneş ve bulutlar yukarda. Onlar dans ederken biz savaştaki saflarımızı güçlendirmekle meşgulüz. Onlar şarkı söylerken bizler ölüm ve intikam naraları atmaktayız. Ve bizi yukarı çekecek olan da bu. Önce zeminde olduğumuzu hatta zeminin de altında dipte olduğumuzu bilmeliyiz. Önce bunun farkına varmalıyız ki yükselmeye istek bulalım. En yüksek dağların kökü yerin en dibinde kalanlardır. En yüksek kulelerin temelleri yerin metrelerce altına gömülmüştür. Yükselmek için, bulutlara ve yıldızlara erişmek için köklerimizi en dibe daldırmalıyız. İyileşmek için kötülüğü tanımalıyız. Yükselmeyi idrak edebilmek için düşmeyi çok iyi anlamalıyız. Yoksa yüksek bir dağ olabilir miyiz?
     Bir zaman döngüsüne kapılmışız. Sürüklenip gittiğimiz bu akıntıda arada sırada benzer olaylara tanık oluyoruz. Birbirine benzer insanlarla birbirine benzer olaylar yaşıyor, birbirine benzer konuşmalar yapıyoruz. Hayatın garip olduğu hissini yaşadığımız bu anlar aslında bir zaman döngüsünün varlığını da en çok hissettiğimiz anlardır. Tanıdık geliyor yaşadığımız bazı şeyler, ben bu cümleyi daha önce söylemiştim ya da bu cümleyi daha önce başkasından da duymuştum diye düşünüyoruz. Peki, neden böyle? Neden birbirine bu kadar benzer şeyleri hayatımızın farklı evrelerinde yaşamaya maruz kalıyoruz? Bu durumda öğrenmemiz gereken şey nedir?
     Nietzsche'nin "Bengi Dönüş" diye isimlendirdiği felsefesi, aynı hayatı sonsuz defa aynı şekilde yaşadığımız üzerine kuruludur. Bu hayatı sonsuz defa aynı şekilde yaşadığımızı ve hiçbir şeyin değişmediğini düşünün. Bu durum üzerine oldukça karanlık bir manzara çizer Nietzsche. En başta insanı oldukça ürperten bu zihinsel akıl yürütmenin amacı insanı bir kapana, bir çıkmaz sokak içine hapsetmek ve bunca çıkmazdayken geriye sadece tek bir çıkış yolu yaratmaya zorlamaktır.
     Unutmayın, Nietzsche'nin amacı aydınlığı değil karanlığı getirmektir ve bizden kendi aydınlığımızı yaratmamızı istemektir. Onun ulaşmak istediği en büyük dağı budur. Kendi ışığını kendi yakabilen insanlara ulaşmaktır onun gayesi. Peki her geldiğimiz hayatta kendini tekrar eden bir döngüye gireceksek ulaşacağımız çıkış noktası ne olabilir? Değişmeyen bir sistemin içinde hapsolan bizlerin elinden ne gelebilir ki? İşte bu noktada bizden Bugün Aslında Dündü (Groundhog Day) filmindeki Phil gibi olmamızı ister Nietzsche. Her sabah aynı güne uyanan Phil, artık elinden hiçbir şey gelmediğini anladığında kaderine razı olur ve içine hapsolduğu hayattan zevk almaya karar verir. Bahsettiğim bu durum Nietsche'nin kaderini sevmek üzerine kurmuş olduğu ve Stoacıların da üzerinde çok durduğu "Amor Fati" görüşüdür.
     Madem aynı şeyleri sonsuza kadar aynı şekilde yaşayacağım o halde bana yaşadığım bu kaderi sevmekten başka bir şey kalmıyor diye düşündürür. Ve bu varsayımlarla, kişiyi yaşadığı hayatı, yaşadığı haliyle sevmeye zorlar.
    Nietzsche'nin bengi dönüşü belki de doğru olmayabilir ancak bizi böyle bir senaryoda çaresiz bırakmakta epey güçlüdür. Bu görüşün doğruluğundan ziyade böyle bir dünyaya nasıl bakardık, onu nasıl yaşardık bunun üzerine kısa süreliğine de olsa düşünmek faydalı olabilir.

"İnsan da tıpkı ağaç gibi göğe ve ışığa ne kadar ulaşmak isterse, kökleri toprağa,aşağıya, karanlığa, derine ve kötülüğe ulaşmak için o kadar çabalar."

 
Nietzsche - Kaderini sev, çünkü aslında hayatın bu / Tamer Şanlıoğlu