1.1.22

#88

 #88

Père Lachaise Mezarlığı - Paris

Gelin bugün farklı bir yazı olsun. Ocak 2020'nin ilk günlerinde adımladığım Paris'in filmlere konu olmuş mezarlığı Pere Lachaise'e doğru gidelim. Yeni yılın ilk ve sakin gününde bir şeyler yazmak, geriye doğru bazı unutulmuş hisleri hatırlamak amacıyla.

Günlerden bir pazar 12 Ocak 2020'de Paris'te kapalı bir hava vardı, olağan olarak ama bu yazının havasıyla gayet uyumluydu. Pere Lachaise'e yürüyerek gitmeyi planladım kaldığım yerden, 5 km'lik bir rota oluştu, bu şekilde şehri yürüyerek keşfetme şansım da vardı.
 
Yoldan birkaç bakış açısı vermeden devam etmeyelim elbette. 
 


Yolumda ilerlerken Bastille Meydanı yakınlarında bir pazar yeri dikkatimi çekti, Ayhan Sicimoğlu'nun Paris Gezisi bölümünde bu pazara uğramıştı, şaşırdım, sanıyorum o da bir pazar günü geziyordu ^^.
 

Şöyle bir yürüyüş yapıp reyonlarda yürüyüşüme devam ettim. Sonunda Paris'te mutlaka gideceğim dediğim yerlerden biri olan Pere Lachaise'in giriş kapısı kendini göstermişti.
 

Kapıda durup Ayhan Sicimoğlu'nun bölümde yaptığı gibi bir konuşma videosu çektikten sonra ilk adımlarımı attım kendisine.
Ayhan abinin konuşmasını merak edenler için buraya ekleyeceğim şimdi; (konuşma 14:30 ile 15:50 arasında)
 


İlk adımım öncesi Fazıl Say'dan Yaşamaya Dair'i açtıktan sonra kendimi etrafın görüntüleriyle yürümeye bıraktım.
 

 

 
Mezarlıkta ziyaret etmek istediğim kişiler vardı; Chopin, Edith Piaf, Oscar Wilde ve Ahmet Kaya'nın mezarlarına uğradım.Yürüyüş esnasında bir ara gözüm bir mezar taşına takıldı, üstünde buruşturulmuş kağıtlar, iki ucu açık kurşun kalemler vardı. Biraz tedirginlikle kim olduğunu anlamak için yaklaştığımda şu yazıyla karşılaştım. "Marcel Proust / 1871 - 1922" Garip bir tesadüftü, planlamıyordum kendisine uğramayı, şöyle birkaç saniye bakıştık. Sonra ben yoluma devam ettim. 
Fotoğraflar arasında Oscar Wilde'ın "Dorian Grey'in Portresi" kitabından alıntılar yapacağım.


"Sana gerçeği söylüyorum. Sahip olunan her türlü fiziksel ve zihinsel ayrıcalığın felâkete sürükleyen bir yanı vardır; devrik kralların sendeleyen adımlarında izini sürebileceğimiz türden bir felâket. Diğerlerinden farklı olmamak daha iyidir. Çirkinler ve aptallar bu dünyada her şeyin en güzeline sahiptirler. Kafaları son derece rahat, ağızları bir karış açık öylece oturup oyunu izleyebilirler. Zafer nedir bilmezler belki ama en azından, yenilgiyi de tatmazlar.Hiç istiflerini bozmadan, kayıtsız, gürültüsüz patırtısız yaşayıp giderler; tıpkı hepimizin yaşaması gerektiği gibi."


"Geçip giden her ay sizi korkunç sona biraz daha yaklaştırıyor. Zaman sizi kıskanıyor; gençliğinizin gülleriyle, zambaklarıyla savaşıyor. Zamanla renginiz solacak, yanaklarınız çökecek, gözünüzün feri gidecek. Öyle çok acı çekeceksiniz ki... Ah, gençliğinizin kıymetini bilin. En güzel günlerinizi sıkıcı şeyler dinleyerek, kaybetmeye mahkûm olanı kurtarmaya çalışarak, kendinizi cahil, kaba, adi insanlara adayarak heba etmeyin. Bunlar çağımızın hastalıklı amaçları, yanlış idealleri. Hayatınızı yaşayın! İçinizdeki o muhteşem yaşama sevincini açığa çıkarın! Hiçbir şeyi ıskalamayın. Hep yeni heyecanlar arayın. Hiçbir şeyden korkunuz olmasın... Yepyeni bir hedonizm; işte çağımızın ihtiyaç duyduğu şey budur. Siz bu felsefenin kanlı canlı sembolü olabilirsiniz. Sahip olduğunuz bu kişilikle yapamayacağınız şey yok. Dünya yalnızca bir mevsimliğine sizin... Sizi görür görmez, tam olarak ne olduğunuzun ya da ne olabileceğinizin farkında olmadığınızı anladım. Size dair öyle çok şey beni cezbetti ki size kendinizle ilgili anlatmam gereken şeyler olduğunu hissettim. Heba olup giderseniz çok yazık olacağı düşündüm. Gençliğiniz öyle kısa sürecek ki... Alelade kır çiçekleri solsa dahi yeniden açar. Şu sarısalkım seneye haziranda yine böyle sapsarı açacak. Şu asmanın üzerinde mor yıldızlar açacak; her sene yapraklarının yeşil gecesini mor yıldızlar kuşatacak. Oysa giden nazlı gençliğimiz bir daha geri gelmeyecek. Yirmi yaşımızın o kıpır kıpır neşesi sönüp gidecek. Elimiz ayağımız tutmaz olacak, duyularımız körelecek. Çirkin, zavallı birer kuklaya dönüşeceğiz. O çok korktuğumuz günahların düşüncesi aklımızdan hiç çıkmayacak. Ah gençlik ah! Şu dünyada gençlikten ötesi yalan."
 


"Aramızda, neredeyse ölmeyi dilediğimiz o rüyasız gecelerin ya da dehşet ve biçimsiz mutluluklarla dolu gecelerin ardından daha güneş doğmadan uyanmamış olanımız yoktur herhalde. Böyle gecelerde beynin odacıklarından, gerçeğinden bile daha korkunç, sinsice pusuya yatmış bekleyen hayaletler sızar ve hastalıklı hayallerin musallat olduğu marazi zihinlerin sanatı olarak görüler Gotik sanata bitmeyen zindeliğini veren bir yaşam gücünü beraberinde getirir. Böyle saatlerde titrek, beyaz parmaklar perdelerin arasından içeri süzülür. Hayali siyah nesneler, dilsiz gölgeler gelip odanın köşesine yerleşir. Dışarıda, yaprakların arasından kuş kıpırtıları, işe giden insanların sesleri, tepelerden inip gelen ve sanki hem uyuyanları uyandırmaktan çekinen, hem de uykuyu mor mağarasından çekip almak istercesine sessiz evin etrafında gezinen rüzgârın iç çekişi ve hıçkırışı vardır. İnce, karanlık tül perdeler katman katman kalkır, nesneler esas renk ve biçimlerine kavuşur ve biz yeni doğan güneşin, dünyayı kadim deseninde yeniden yaratışına şahit oluruz. Soluk benizli, yorgun aynalar var olanı taklit etme görevlerine kaldıkları yerden devam ederler. Sönmüş şamdanlar bıraktığımız yerde öylece durmaktadır; yanlarında incelediğimiz açık kitap, baloda yakamıza iliştirdiğimiz çiçek ya da okumaktan korktuğumuz - ya da aksine gereğinden fazla okuduğumuz- o mektup vardır. Bize hiçbir şey değişmemiş gibi gelir. Gecenin gerçekdışı gölgelerinin ardından alışık olduğumuz gerçek yaşam çıkagelir. Kaldığımız yerden devam etmek zorundayızdır; bıkkınlık verici tektipleşmiş alışkanlıkların sürdürülebilmesi için gerekli çabayı devam ettirme zorunluluğu omuzlarımıza çöker. Bazen bir sabah gözlerimizi, karanlıkta gönlümüze göre yeniden tasarlanmış bir dünyaya açmak için çılgınca bir istek duyarız; her şeyin yepyeni biçim ve renklere büründüğü, değişip dönüşebilen, sırlarla dolu, geçmişe dair hemen hemen hiçbir iz taşımayan, her tür bilinçli yükümlülükten ve pişmanlıktan azade, sevinçli anıların hüzünlendirip mutlu anıların acı vermediği bir dünya."
 

Mezar taşları arasından ilerleyerek Oscar Wilde'ın mezarını sonunda gördüğümdeyse, yakınlaşırken içimden şöyle geçiriyordum; "Romanda diyordun ki gençlik hayatta ki en önemli şeydir ve iyi de olsa kötü de olsa tecrübe hayatta çok kıymetlidir. Şuan dediklerini yapmaya çalışmış biri olarak burada bulunuyorum. Umuyorum haklısındır.."
 
Yaşamaya Dair'i dinleyerek mezarlıkta yürümek pek mantıklı bir hareket değilmiş, çünkü tekrar tekrar dinledikçe ve etrafın görüntüleriyle içimde farklı ve tam tanımlayamadığım şeyler hissetmeye ve tedirgin olmaya başlamıştım. Altta ki fotoğrafta ki görüntüyse artık müziği kapatıp, bu mezarlıktan çıkmam gerektiğini hissettirmişti o ân da. 



Bende öyle yaptım, çıkarken son bir şarkı açmak istemiştim şansıma ne gelirse diye. Spotify'daki "Père Lachaise'e doğru, Paris'te her adımda." listemden başlayan şarkı ise Duman - Yanıbaşımdan olmuştu.
 

Son olarak Pere Lachaise de alınmış bir kayıtla oluşturduğum videoyu bırakıp, yazıyı sonlandırıyorum.



ve son bir alıntıyla;
"Hayatın mahvolmasına gelince; gelişimi yarım kalmadıkça hiçbir hayat mahvolmaz."
Umuyorum yaşayacağımız bu yıl hayatımızın gelişiminin kaldığı yerden devam ettiği ve güzel günlerin yaşandığı bir yıl olur.
 
Görüşmek dileğiyle.
-Vios