30.4.24

#111

Arka planda 

#111

Ait olmaya başladığın sokaklardasın bu defasında, sonbaharın belirsiz soğuk esintileri gün batımında. Duyulmayan şarkılar yükseliyor açık pencerenden, kalbin eski günleri bir hatırlıyor bir unutuyor bu hız yüzünden. Yine de süzülen uçuşuyla kuşların, hafif turuncu bir rüyâdasın; bitişiyle günün, durgun bakışlarıyla gözlerinin.
 

24.3.24

#110

Arka planda 

#110

Ağustos'un hissedilir sıcaklığıyla başlıyor bu akşamüstü, defalarca gelip beklenen o gün yanımızdan kaç defa geçti bilemiyoruz; yavaş yavaş kaybolurken yılların hisli ânları. Yaz'ın meyveleri düşmeye başlamışken toprağa, aşkın olmadığını sandığın bu yere.


28.2.24

#109

Arka planda 

#109

Bir soluklanma ânı, iyice düşünüp karar verme zamanı. Ankara'da yeşillikler içinde, ufuktan yaz'ın hafif rüzgârı tenimizde; çimenler henüz tazeyken. Yolların gelip geçeceği şu zamanda hayatımızdan biraz uzaklaşıp nefeslenmek hepimizin ihtiyacı.
 

28.1.24

#108

Arka planda 

#108

Uzaklarda sandığımız, yanıbaşımızda yaşanan bu akşamüstünde, gün telaşla ilerliyor varılmaz o yöne doğru. Sakin nadir ânında zihnimizin, nefesimiz yükselip alçalıyor sadece. Etrafımızda; gelip geçen hayatlarının şu noktasında insanların, noktasız söylemleri; siyah gölgelerin gittikçe büyüyen hareketleri ve zorlanan hallerimiz.

17.12.23

#107

Arka planda

#107

Yollar, isteksiz de olsak alıp yanına gözlerimizi; göstermeye çalışıyor görüntülerimizin geçiciliğini, ağaçlar boyunca bekleyişlerimizi, raylarca hareketlenen hislerimizi; düşkünlüğümüzce uzaklaşırken hepimiz şu dünyamızın tazelenen günlerinden, günlerimizden.
 

9.12.23

#106

Arka planda 

#106

17.

   Kişinin yaşamının anlamı incecik bir çizgidir. Yaşamı boyunca -yaşamından boydanboya- uzayıp giden; birçok başka şeyce -kişinin yaşamına katılan her şeyce- etkilenerek biçimlenen bir gelişim gösteren bir çizgidir bu. -Ama, kişi, her zaman tam üzerinde yürümez bu çizginin- ancak ender durumlarda ayakları tam olarak basar onun üstüne; ancak pek az adımı boyunca... Çoğunlukla, şu ya da bu yanında, önünde ya da arkasında, onu tam tutturamadan -görerek, bilerek, ama üzerine tam basamadan- yürür.
   Çok ender bazı durumlardaysa, bir an, durur, kişi; sanki yaşamını durdurarak: nereden bulabiliyorsa, bir güç bulur, çizginin o anda, o sırada yöneldiği yeri geçersiz kılar; çizginin o biçimini siler -sonra, yeniden, baştan çizer onu: yeni bir yöne, yeni bir yere doğru, yeni bir yürüme...
   Çok ender...
   Her zaman da gücü yetmeyebilir kişinin, ne, o -oluşmuş, varolan- çizgiyi silemeye; ne de, yeni -oluşturacağı, var edeceği- çizgiyi çizmeye.
   Ancak, bazen...
   Ancak, bazen vardır -yani, çoğunlukla,yoktur, anlamı, yaşamının, kişinin.
 

67.

   Yaşamın anlamı, yaşamın anlamını sürekli olarak arayıp bulamamakta bulunur.
  
   Yaşamın anlamının bulunacağı yer, yaşamın anlamının sürekli olarak arandığı ve bulunamadığı yerdir.

   Yaşamın anlamını, onu sürekli olarak arayıp bulamadığın yerde ara.

   Yaşamın anlamı, sürekli olarak aranıp, bulunamadığı yerde bulunur.

   Yaşamının anlamı, onu hep aradığın yerdedir.
   Yaşamının anlamı, onu hiç bulamadığın yerdedir.
   Yaşamının anlamı, onu hep arayıp hiç bulamadığın yerdedir.

71.

   Kişi bilemez ki, yaşamının anlamı onun ile birlikte mi olacaktır - yoksa, ondan hep uzak mı kalacaktır, anlamı, yaşamının, kişinin...

72.

   Kişi yaşamının anlamını aramağa çıkar; belki de o, hemen yanıbaşındadır, kişiyle birlikte yürüyordur -kişi dağlara tırmanır, denize güneşe bakar, arar yaşamının anlamını -oysa kafasını bir çevirebilse, görecektir ki, hemen oradadır o: kendine kendi gölgesi kadar yakın; ama onun kadar da uzaktadır, anlamı, yaşamının, kişinin.

                                                         Oruç Aruoba - Olmayalı



8.11.23

#105

Arka planda

#105

Ardımda bırakıp gidiyorum şehri, gün batımının eşsiz mavimsi beyazıyla. Eskiden beri yaşamımdan eksilmeyen yolculuklarla buluyor kalemim kendini. Durabiliyorum böylece, hayatın kıyısında.
 

14.6.23

#103

Arka planda 

#103

Bir sessizlikle başlıyor gün, hislerinde hakim bir sessizlikle. Aydınlanırken ayrılmak üzere olduğun şehrinin sokaklarında, verdiğin selamınla uğurlanıyorsun boş yollarda. Yüzleşmek için sabırla beklediğin bu sessizliğin sonunda; uyandığın gününde evinden içinden sesler, kahvenden buharlar yükseliyor. Penceren hafif aralı, mahalle de sakin bir sabah yaşanıyor.

31.5.23

#102

Arka planda

#102

Her tarafımı kaplayan Bodrum'un her ton maviliği, daha parmaklarımın ucundan, masamın renginden başlıyor. Zeytin ağaçlarının eskimiş yeşilliği, bekleyişlerini ve yaşayışlarını sürdürmekte, sakin sakin kıpırdanan Ege'nin yanıbaşında. Sabahları pencerelerimizin denizlere açılacağı zamanlar; bakışlarımızdan silmeye başlayacak yaşamın yorgun ve tatsız günlerini. Yeniden doyasıya nefes almaya başlayacağız sanki; denizlerin parlayan, berrak hislerini içimizde tutarcasına.


28.4.23

#101

Arka planda

#101

Aydınlığı süren bir akşam, mum ışığında değişen gölgesi kalemin, pencereleri gökyüzüne yakın bir ân. Geçmişin zorlukla hatırlanan hislerinin peşinde, yeni günlere yalnızlıkla yakında, nedensizce bir gülümseme yanaklarında. Gözleri bilinmezlikle açılıp kapanırken, kalbi tüm bunlardan uzaklarda için için çarpmakta her bir saniyenin kapılarını.


31.3.23

#100

Arka planda 

#100

Bahar'ın sıcaklığı yüzümüze dokunuyor usulca ve gözlerim bir ormanın yeşilliğine kapılıp gidiyor. Öyle dinleniyoruz kuş seslerinin artan ezgilerinde. Zaman geri çekiliyor bir ân için üstümüzden, öylece duraksıyoruz şu nadide günde. Nefeslerimiz yükseliyor ve durgun halleriyle veriliyor göğsümüzden; yanıbaşımızda yaşlı bir ağaç yeniden ve sabırsızlıkla ufka doğru dallanıyor, bulutlar uzaktayken ve biz yaşama çok yakınken.
 

11.2.23

#99

Arka planda 

#99

Bir gülümseyiş yüzümüzde, savrulan kar taneleri sanki narince. Pencerelerimiz önünde bekler gözler; kimleri, nedensizce. Yakın gibiyizdir, hissederiz öylece. Tutunuruz bir dalın ucuna; düşsek bilemeyiz, gerçekliğin uçlarında. Direniriz birden kararlılıkla yaşama, zamana, insanlığa; aklımızda donuk bir bekleyişin yitirilmiş durgunluğu.
 

29.1.23

#Felsefe Notları - 12

Arka planda

#Felsefe Notları - 12

   Şayet mutluluk, özlemlerimizi dindirecekse, onu daha sofistike bir şekilde düşünebilmemiz gerekir. Bizi dünyayla temasa sokan bir mutluluk tanımına ihtiyacımız var. Fakat bu yanıltıcıdır, çünkü mutluluk fikri özneldir; yani, dünyayla ne şekilde ilişki kurduğumuzla ilişkilidir. Bentham'ın ve Mill'in mutluluk görüşlerindeki proglem, mutluluğu haddinden fazla öznel hale getirmeleridir. Onların görüşüne göre, çevremizle olan ilişki kaybolmaktadır. Yaşamlarımızın dişlileri dünyanınkilerlerle iç içe geçmemektedir. Mutluluk eğer yaşanmaya değer bir yaşama yönelik tutkuyu tatmin edecekse, belki de ihtiyaç duyulan şey, sadece mutluluk duygusuna değil, ama aynı zamanda bu duyguya yol açan bağlanmaya da odaklanan bir görüşe tutunmaktır. Mutluluk yalnızca hissettiklerimizden ibaret değildir, aynı zamanda mutluluğa dair hissettiklerimizden mürekkeptir.
   Son zamanlarda tam da bu ihtiyaca cevap veren bir kitap yazıldı. Filozof Daniel Haybron'un The Pursuit of Unhappiness (Mutsuzluğun Peşinde) adlı eseri, dünyaya bağlanma tarzı olan bir mutluluğun hem felsefeye de psikolojiye dayanan bir tanımlanmasıdır. Kitabın başlığının nedeni alt başlığında verilmiştir: Esenlenliğin Anlaşılması Zor Psikolojisi. Haybron, bizi neyin mutlu ettiği konusunda sıklıkla yanıldığımızı ileri sürer. Bu konuda yanılmamak için mutluluğun ne olduğunu doğru anlamamız gerekiyor.
   Mutluluk, bir deneyim veya geçici bir duygu olmaktan çok, kişinin yaşamının nasıl geçtiğiyle bağlantılı duygusal bir ilişkidir. Deneyimlerden ya da duygulardan daha derindir; daha derin ve daha kalıcı. Mutlu olmak, "bir kişinin kendi yaşamına duygusal olarak lehte karşılık vermesidir; sanki her şey onun için ekseriyetle iyi gidiyormuş gibi yaşamına duygusal olarak yanıt vermesidir". Mutluluk, haz ya da deneyime bağlı olmaktan ziyade, bir ilişkidir. Bu kişinin kendisiyle kendi yaşamı arasındaki özel ittifaktır; onun "ruhsal olumlama" dediği bir ittifak.
   Bu ittifakın üç katmanı vardır: uyum sağlama, bağlanma ve onaylama. Uyum sağlama temel katmandır. Bu, dünya düşmanca değil güvenli bir yer olarak göründüğünde gerçekleşir. Uyum sağlamış olmak, kişinin yaşamında evdeymiş gibi olmasıdır. Dünya kötüye gidiyormuş gibi göründüğünde uyum sağlamak zordur: İş stresli, evlilik can sıkıcı olduğunda, yakın bir arkadaş çok depresifken, kredi ödemesi karşılanmadığında, hatta çocuklar bile bir endişe kaynağıdır. Tüm bunların tersi ise -ödüllendirici bir iş, dingin bir evlilik, dört başı mamur arkadaşlar, dengeli çocuklar- kişinin dünyada daha sakin ve kendinden emin bir şekilde seyre dalmasına olanak verir. Uyum sağlamanın kendisi mutluluk değildir, ancak kişinin günlerini güvenle idare edebileceği duygusu olmadan mutlu olmayı hayal etmek zordur.
   Bağlanma, uyum sağlama üzerine inşa edilir. Haybron, bunu tanımlamak için, Mihaly Csikzentmihalyi'den ödünç aldığı akış teriminin kullanır; tıpkı "akışta olmak" derken kastedildiği gibi. Bağlanmak, eldeki görev tarafından tüketilmek, onun tarafından özümsenmektir. Kişi akışta olduğunda, öz-bilinç uçup gider, enerji seviyeleri yükselir ve kişi etkinlikte kaybolur. Bu akış için sporda sıklıkla kullanılan bir terim vardır. İnsanlar akışta olan bir oyuncunun bilinçsiz olduğunu söylerler. Eski hokey oyuncusu Wayne Gretzky bunu çok güzel anlatmıştı. Buzun üzerinde diğer oyuncuları görmediği zamanlar olduğunu söylüyordu. Bunun yerine desenler görüyordu. O anlarda, ortada ne onun Wayne Gretzky olduğuna ne de hokey oynadığına dair en ufak bir farkındalık vardı. Yalnızca sopasına çağrıda bulunan desenler vardı.
   Uyum sağlanmadan bağlanmak genellikle zordur. Güvensizlik, insanları öz-bilinçli hale getirir. Onları gerisingeri savunmasız oldukları durumlara gönderir. Eylemlerimizdeki teminat eksikliği, etkinliğin akışına girmemizi imkânsız hale getirir. Buna karşın, güven duymak kendimizi tasarılarımıza kaptırmamızı sağlar. Dünya kendisini açar ve biz de kendimizi içine bırakırız.
   Son katman onaylamadır. Bu, mutluluklar en çok ilişkilendirilen ve haz fikrine en yakın olan katmandır. Birinin bağlanmasını onaylamak, onu olumlamaktır. Sürdürülmekte olan yaşama evet demek ya da en azından bu kabul edişi hissetmektir. Onaylama, şeylerinden oldukları gibi olmasından hoşnutluk duymaktır. Genellikle sonuçta olmasa da en azından süreçte bir başarı duygusu içerir. Bağlanma bir etkinliğin kıskacındayken, onaylama, o etkinliğin iyi gittiği duygusudur. Sadece evrilmekle kalmıyor, çiçekleniyor da.
   Uyum sağlama ve bağlanma üzerine inşa edilen onaylama, haz da karşılaşmış olduğumuz sorunlardan mustarip değildir. Kuşkusuz onaylama haz vericidir. Ancak bu haz yaşayıştan kopuk değildir. Aksine bunun üzerine kuruludur. Haybron'un anladığı anlamda, yaşamımı haz yada deneyim makinesinin içinden onaylayamazdım. Onaylamam için hiçbir şey olmazdı, çünkü burada onaylanmak için kendisini sunan ve benim de bağlandığım hiçbir şey yoktur. Başıma gelenlere evet diyebilirim. Ancak Haybron'um onaylama ile kastettiği bu değil. Onaylama, kim olduğum ve ne yaptığımla ilgilidir. Sürdürmekte olduğum yaşamdan kopuk şekilde hissettiğim şeylerle ilgilenmez.
  Haybron'un ruhsal olumlama olarak adlandırdığu şey, kişinin uyum sağlama, bağlanma ve onaylama deneyimleriyle katmanlı bir ilişkidir."Herhangi bir duygusal durumda bifiil mutlu olmak, kendi yaşamımıza karşılık olarak ruhsal olumlama halinin somutlaştırmaktır: Onun ufak tefek sorunları olsa bile genel hatlarıyla iyi giden lütufkâr bir yaşam olduğunu kabul ederek duygusal bir şekilde karşılık vermektir.
   Bunun çekici bir tablo olduğu kesin.
 
                                             Todd May - Anlamlı Bir Yaşam

17.12.22

#98

Arka planda

#98

Bir yanım olabildiğine ormanın koyu yeşilliği, bir yanımda ışıldayan güneşin hafif sıcaklığı; yaklaşan gün batımı karşısındayım. Uzun yıllar boyunca belki, şu halde oturup rahatça yazabilmek için neler neler yaşamam gerekti. Şubat'ın bir şeyleri anlatmaya çalışan soğuk rüzgârı dağıtırken saçlarımı ve yığınlaşan düşüncelerimi; durgun ve süreğen haliyle yaşayabilmek biraz olsun şu dakikaları ne güzel, yeniden ve yitirmeden. Şahit olmadığım mevsimler burada yaşanmış ve bitmişken; yaklaşan baharın hisleri ve göz kırpışı kalbimde yerini hazırlıyor. Ellerimin ucundaki harfleri bir yaşamı daha şekillendiriyor, biz hiç fark etmeden.
 
 

17.11.22

#97

Arka planda

#97

Her şeyin bitmekte bir zamanı var. Kendine gelmeye çalışılan bir sabah, yeni aldığın bir haberle değerini anlayamadığın herhangi bir şey sona erer, bilemezsin. Oysa akşam yine belirsiz mavimsi siyahıyla yakınlaşır pencerelere, zorda bırakır yalnız halleriyle dışarıyı seyreden gözleri. Sevdiğin köşende tedirgin burukluğunla yazmaya koyulursun sakince içinden geçenleri. Oysa hayatın yine güzelliklere, taze nefeslere yol alır gibidir; geride kalan günlerin, her şeye rağmen dolu dolu olmaya çalıştı; unutma bunları, gerisini merak etme.
 

5.10.22

#Felsefe Notları - 11

Arka planda 

#Felsefe Notları - 11

101.Mektup - Seneca(m.ö. 4 - m.s. 65)'dan Lucilius'a

   
   Her gün, her saat ne kadar bir hiç olduğumuzu gösteriyor; yeni kanıtlarla bedenimizi unuttuğumuz narinliğini anımsatıyor bize. Ölümsüzlük hayali içinde olanları ölümü göz önüne almaya zorluyor. "Bu giriş de niçin?" diye sorarsan, dinle şimdi: Roma atlısı, o saygıdeğer, nazik Cornelius Senecio'yu tanırsın. Önemsiz görevlerden başlayarak kendi gayretiyle ilerledi, başka görevler için çıkacak bir tek basamağı kalmıştı. Mevkiler, başlangıçtan sonra daha kolay gelişir. Para, fakirliğin içinde çok yavaş birikir; insan fakirlikten zar zor çıkana kadar para da yerinde sayar durur. Zenginliğe erişmişti artık Senecio; bu varlığa çok etkili iki niteliği ulaştırdı onu: Hem kazanmayı hem de korumayı biliyordu. Bunlardan yalnızca bir tek onu zengin etmeye yetebilirdi. Çok sade yaşamı olan, bedenine de varlığına da çok özen gösteren bu adam, bu sabah adeti üzere beni görmeye geldi; bütün gününü yatağa düşmüş, çok hasta, yaşamdan umut kesilmiş bir arkadaşının başucunda gece geç vakte kadar oturarak geçirmiş. Sonra neşeyle yemek yerken ağır bir hastalık yapışmış boğazına, bir anjin ağrısı. Sabaha kadar daralan boğazından zor soluyabiliyordu. Sağlam, sağlıklı bir insanın yapabileceği bütün görevlerini yaptıktan sonra birkaç saat içinde öldü gitti. Senecio hem denizde hem karada işletiyordu parasını. Hiçbir çeşit kârdan geri kalmamak için, devlet arazisini işletme işine girmişti. İşlerini tam yoluna koymuşken, para su gibi akıp gelecekken ayrılıverdi aramızdan.
   İnsan, yarınına bile sahip değilken, yaşamını düzenlemeye kalkmak ne budalaca bir iş! Uzun hayaller peşinde koşanlar ne kadar akılsız! "Satın alacağım, yapı yapacağım, borç alacağım, görevler üstleneceğim! Ardından da yorgun ve olgun bir ihtiyarlığı dinlenmeye çekeceğim!" İnan bana her şey talihli insanlar için bile kuşkuludur. Hiç kimse ilerisi için kendisine bir şey vaat etmemeli. İnsanın avucunun içinde şey bile kayıp gidiverir avucundan; bir rastlantı, avucumuzun içinde sandığımız saatte bile koparır onu bizden. Zaman belli yasalara göre akıp gidiyor, karanlıklar içinden; benim için kesin olmayan şey, doğa için kesin olmuş, ne ilgilendirir beni? "Uzun deniz yolculuklarına çıkarız, yabancı kıyılarda dolaştıktan sonra yurda geç döneriz" diye planlar kurarız; "Askerlik mesleğine gireyim, kışla işlerinin geç gelen kârını alayım, praetor(ülkeyi yöneten) olayım, görevden göreve geçeyim," deriz. Öyle ama ölüm yanı başımızda; onu hep bize yabancı diye düşünürüz; ama o, ölümlülüğün örneklerini çarpıverir yüzümüze ansızın, şaşkınlığımız kadar sürüp giden bir an içinde! Her gün olabilecek bir şey bir gün oluvermesine şaşmak ne kadar akılsızca bir iş! Kaderlerin bükülmez kolu her birimize bir yerde bir son belirlemiştir; ne var ki hiçbirimiz bu sona ne kadar yakın olduğumuzu bilmeyiz. O halde biz ruhumuza sanki son sınıra gelmiş gibi bir düzen koyalım. Hiçbir şeyi ileriye atmayalım. Her gün hesaplaşalım yaşamlar. Yaşamın en büyük hatası şu: Her zaman tamamlanmamış kalır, hep ertelenir bir şey. Her günkü yaşamının işlerini bitiren insanın zamana gereksinmesi olmaz. İşte bu gereksinmeden doğar korku, insanı yiyip bitiren yarının açlığı. "Gelecek günlerim nasıl olacak?" diye kuşku içinde olmaktan daha zavallı ne vardır? Ne kadar zamanın kaldı? Ya da nasıl bir yaşam kaldı? Zihin bu olasılıklar içinde, anlatılmaz bir korkuyla çırpınır durur. Bu burgaçtan kaçınmanın yolu nedir? Bir yolu var: Yaşamımız ilerisi için bir hesap yapmazsan, kendi içine çekilirse kaçınırız bundan. Çünkü bugününü boş geçiren, değerlendiremeyen insan, geleceğe bağımlı kalır. Kendime olan borçlarımı ödeyip, bir günle bir yüzyıl arasında fark olmadığı gerçeğini kabul edince, gelecek günleri, olayları yukardan seyrederek çağların sıra sıra geçişini hayal ederim neşeyle. Olasılıklara karşı senin kesin bir tutumun olursa, rastlantıların değişik, oynak olması niçin altüst etsin seni?
   O halde Lucilius'um acele et yaşamakta, her gününü ayrı bir yaşam say. İşte buna uyan insanın yaşamı, her günü ayrı bir bütün olursa huzur içindedir. Hep umut içinde yaşayanların için en yakın zaman bile kayar gider, onu yerini çok zavallı bir açgözlülük ve her şeyi çok zavallılaştıran bir şey alır: Ölüm korkusu.
   Yaşamak ihtirasından kurtaralım kendimizi; günü gelince nasıl olsa katlanmak zorunda kalacağımız şeye ne zaman katlanacağımız önemli değildir. Önemli olan iyi yaşamaktır, uzun yaşamak değil! Çok kez de uzun yaşamamak iyi yaşamın koşuludur.


26.9.22

#96

Arka planda

#96

Bir nefes alıyoruz zamanın içinden, bir yudum daha hayattan; sürüp gitmesinden biraz önce tatsız bekleyişlerin; ellerimiz harflerin inatçı güçlerinde ve unutulacak bir sayfanın üstünde. Hatırlatmaktayken, sözlerimiz çırpınarak insana, yaşamı ve sayılı günlerini; gökyüzü koyulaşarak mavi bir suskunlukla hazırlanıyor; bu gecenin kâr yağışına, bir gülümseyiş yüzlerimizde.
 

13.8.22

#Felsefe Notları - 10

Arka planda 

#Felsefe Notları - 10

En Kötü Ne Olabilir?

   Dikkatli kişi, başına gelebilecek kötülükler hakkında ara ara düşünür taşınır. Bunu elbette o şeylerin önüne geçebilmek için yapar. Mesela bazıları, hırsızlık amacıyla evine ne şekillerde girebileceğini düşünüp bunların önünü almak için kafa yorar. Kimisi de zihnini, yakalanabileceği hastalıklara yorar ki tedbiri ele alabilsin.
   Ama meydana gelmelerini önlemek için ne kadar uğraşırsak uğraşalım, gelip bizi bulan şeyler yine olacaktır. Bu yüzden, başa gelebilecek kötü şeyler üzerine düşünmek için ikinci bir neden sunar Seneca. Bu şeyler hakkında düşünürsek tüm çabalarımıza rağmen yine de meydana geldiklerinde, üzerimizde bırakacakları etkiyi azaltmış oluruz: "Felaketi gelmeden gören, onun etki gücünü zayıflatır." Talihsizlikler en çok, der Seneca, "talihinin yaver gideceğini emin olanları bulur." Bu öğüdü Epiktetos da destekler: Unutmayın ki "her şey yok olmaya mahkûmdur." Bunun farkına bir türlü varamayıp değer verdiklerimizin hep var olacağını sanırsak elimizden alındıklarında muhtemelen kahroluruz.
   Başımıza gelebilecek şeyleri düşünmek için yukarıdakiler dışında üçüncü ve belki daha da önemli bir sebep bulunur. İnsanlar olarak doymak nedir bilmediğimizden neredeyse hep mutsuzuzdur. Arzu ettiğimiz şey uğruna onca ter döküp ona ulaşırız ve ardından, ilgimizi her seferinde kaybederiz. Tatmin olacağımız yerde canımız sıkılır ve bu sıkıntı karşısında daha başka, daha büyük şeylere kayar gönlümüz.
   Shane Frederick ve George Loewenstein adında iki psikolog, bu fenomen üzerine çalışmış ve buna bir ad takmışlardır: Hazza Alışma (hedonic adaptation). Alışma sürecini açıklamak üzere piyango talihlilerini inceleyen çalışmaları örnek gösterirler. Genellikle, kendine piyango çıkan kişi, hayallerini süsleyen hayatı yaşamaya başlar. Gel gelelim, baştaki sarhoşluk evresi ardından bu talihliler, önceki mutluluk seviyelerine dönerler. O sağı solu pas içinde kalmış arabalarını ve daracık apartman dairesini nasıl kanıksamışlarsa gıcır gıcır Ferrari'nin ve malikânenin de kıymetini bilmez olurlar.
   Hazza alışmanın bu kadar dramatik olmayan bir başka biçimi, tüketim malı satın aldığımızda meydana gelir. Başta, aldığımız geniş ekran televizyondan veya zarif deri çantadan memnunuzdur. Oysa bir zaman sonra, elimizdekileri hor görmeye başlar ve kendimizi, daha geniş ekranlı bir televizyon veya çok daha pahalı bir çanta özlemi içerisinde buluruz. Yine benzer olarak hazza alışmayı, kariyerimizde de tecrübe ederiz. Bir zamanlar filanca mesleği yapmanın hayalini kurmuş olabiliriz. Nihayet hayallerimizi süsleyen o işe girmekten son derece memnunuzdur fakat çok geçmeden tatminsizlik emareleri baş gösterir. Aldığımız paradan, iş arkadaşlarımızdan hatta patronun bizdeki potansiyeli görememesinden yakınır dururuz.
   Hazza alışmayı ikili ilişkilerde de yaşarız. Rüyalarımızdaki erkekle veya kadınla tanışır, fırtınalı bir flört döneminin ardından nikâhı basıveririz. Başta adanmışlık sevinci içindeyken çok geçmeden karşı tarafın kusurları kafamızda dönüp durmaya başlar. Derken bir de bakarız, yeni bir ilişkiye başlama hayalleri kurmaktayız.
   Alışma süreci neticesinde insanlar, kendilerini bir tatminsizlik çarkı içinde kısılmış bulurlar. Doyurulmamış bir arzuları olduğunun farkında varıp mutsuz olurlar. Bu arzuyu gerçekleştirmek için, ancak o zaman tatmin olacaklarına inanarak durmadan çalışırlar. Oysa sorun, arzuladıkları şeye eriştiklerinde bu şeyin hayatlarındaki varlığına alışmaları, onu kanıksayıp arzulamaktan vazgeçmeleri veya en azından baştaki kadar arzulamamalarıdır. Sonuçta, arzularını doyurmadan önce memnuniyetten ne kadar uzaklarsa yine o halde bulurlar kendilerini.
   Öyleyse mutluluğun anahtarlarından biri, alışma sürecinin önünü almaktan geçer: Uğruna ter döktüğümüz şeyleri elde eder etmez, onları kanıksamaktan kendimizi alıkoymak için tedbirler almamız gerekir. Bu tip tedbirlere daha önce başvurmadığımızdan; belki eşimizin, çocuklarımızın, evimizin, arabamızın ve mesleğimizin de dahil olduğu, sahip olmayı bir zamanlar ancak hayal edip artık kanıksadığımız pek çok şey söz konusudur.
   Demek ki alışma sürecinin önünü alacak bir yol bulmak şöyle dursun, bu süreci tersine çevirmek de gerek. Yani, hâlihazırda sahip olduğumuz şeyleri arzulamamızı sağlayacak bir teknik geliştirmeli. Dünyanın dört bir köşesinden binlerce yıldır insanlar, arzunun işleyişi üzerine düşünüp taşınmışlar ve şu sonuca varmışlar: Mutluluğu yakalamanın en kolay yolu, elimizde olanı istemektir. Söylemesi kolay, doğruluğuna da şüphe yok ama marifet, bunu hayata geçirmekte. Sahi, zaten elimizde olanı arzu etmeye kendimizi nasıl ikna ederiz?

William B. Irvine - Güzel Yaşam Kılavuzu



6.8.22

#95

Arka planda

#95

Bir sayfanın çevrilişiyle bugünün biten günbatımı son kez hatırlanıyor. Savruluşumuz arasında hani, farkına varırsak bir ân için benliğimizin, bedenimizin, nefeslerimizin ve varmak üzere olduğumuz sonumuzun, bir kez daha susacağız anlamsızlığın karşısında. Gecenin bu beter karanlığı sarıyorken etrafımızı, baharın sımsıcak yeşilleri ve beyazı şimdi dokunulmaz, ulaşılmaz bir el uzaklığında. Gözlerimiz, bakışlarımız sararırken şu loş odamızda, bir hisle doluyor göğsümüz ve yitip giderken bu kelimeler size ulaşmakta geç kalıyor...